En iyi basketbol filmleri
NBA, Euroleague ve Basketbol Dünya Kupası gibi büyük organizasyonlar, basket sporunu ön plana çıkarmaya devam ediyor. Türkiye’nin turnuvalardaki başarısı ve Anadolu Efes’in Euroleague’deki başarısı nedeniyle bu sporun yedinci sanatta nasıl ele alındığını görmek için bundan yararlanmak istedik.
Aşağıda tarihin en iyi 13 basketbol filminden bir seçki bulacaksınız. Bu gibi durumlarda her zaman olduğu gibi, basketbolun çok ağırlık yaptığı yapımlar ve kurgu filmlere -bazıları gerçek bir hikayeye dayansa da- odaklanmayı tercih ettim. Dolayısıyla efsanevi belgesel ‘Hoop Dreams’ dışarıda kaldı.
Glory Road (Zafere Doğru)
‘Zafere Doğru’, Amerika’da ırkçılığın gündemde olduğu bir dönemde basketbolun gücünü çok etkili bir şekilde kullanıyor. Bunun için, ilk çıkış yapan yönetmeninin kolaylıkla nasıl başa çıkacağını bildiği, etkileyici bir gerçek hikaye kullanıyor. Hiçbir şekilde büyük bir ifşa değil, ama her şey olması gerektiği yerde.
Campeones (Şampiyonlar)
İspanyol halkını fetheden bir kişisel gelişim hikayesi. Javier Fesser’in yönettiği, dikkate değer bir hikayesi olan çok başarılı bir yapım. ‘Şampiyonlar’ öngörülebilirliğini her zaman sergilediği çekicilik ve izleyiciye aktardığı iyi mizah ile telafi ediyor.
Coach Carter
İnanılmaz bir gerçek hikaye. Mesele şu ki, burada her şeyi kağıt üzerinde olduğundan daha eğlenceli hale getiren Samuel L. Jackson, emrinizde. Bir bükülme arayanlar için güncel bir şey, ama bunun için daha az eğlenceli değil.
The Basketball Diaries (Günlük)
Leonardo DiCaprio’nun yeteneğinin ilk gösterilerinden biri, popülaritesi ‘Titanic’ sayesinde patlamadan birkaç yıl önce. Tabii ki, burada basketbol, masumiyetin kaybının ana tema haline geldiği bu Jim Carroll biyografisinde kahramanı uyuşturucu cehennemine düştüğünde arka koltukta kalıyor.
Blue Chips
Filmin yönetmeni William Friedkin’in harika eserlerinin çok gerisinde kalıyor, ancak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kolej basketboluna ilginç bir bakış sunuyor. Şovun gerçek yıldızı ilham verici bir Nick Nolte olmasına rağmen, merak uyandıran bir şey olarak, Shaquille O’Neal ve Penny Hardaway hikaye boyunca görülüyor.
High Flying Bird
Steven Soderbergh’in Netflix için yönettiği film, sahada olup bitenlerle titreşmek isteyenlerin hoşuna gitmeyebilir. Burada her şey genç bir yıldızın kariyerini tehlikeye atan bir lokavt etrafında döner. Tamamen iPhone’lar kullanılarak çekilmiş, bu işin nasıl çalıştığına ve arkasındaki ana oyunculara dair düşündürücü bir bakış.
Hoosiers (Kazanmak Arzusu)
Muhtemelen bu sporla ilgili şimdiye kadar yapılmış en efsanevi film. Bugün görülen, özellikle bazı Amerikan sinemasına özgü ahlaki bir yaklaşım kullanma eğilimi nedeniyle, pek çok filmde izlenilmiş olmanın yıpranmış anlatı mekanizmalarına dayanıyor olabilir. Gene Hackman ve Dennis Hopper tarafından yönetilen oyuncu kadrosu, bir spor başarısının büyüsünü bir dereceye kadar nasıl yakalayacağını bilmekten sorumlu.
White Men Can’t Jump (Beyazlar Beceremez)
Wesley Snipes ve Woody Harrelson arasındaki kimyaya dayanan hoş bir komedi. Arkasında, spor filmlerinde uzmanlaşmış bir yönetmen olan Ron Shelton, burada çok fazla derinlik olmadan iyi bir eğlence yaratmayı biliyor.
Love & Basketball (Aşk ve Basketbol)
Genç bir çift arasındaki ilişkinin evriminde ortak konu basketbol. Bu sporla da ilgilenen romantik sinema severler için ideal bir tavsiye. Onun (Sanaa Latham) sahada hayalini gerçekleştirmeye çalıştığı ve filmin onun bakış açısını aldığı özellikle ilham verici bir sahneyi hatırlıyorum.
Above the Rim (Uçurumun Kenarında)
Jeff Pollack, Will Smith tarafından yönetilen ve basketbolda zaten yer aldığı çok popüler dizi olan ‘The Fresh Prince of Bel-Air’in yaratıcılarından biriydi. Beyaz perdedeki ilk çıkışı için, üniversite bursu için can atan, ancak çevresi pek iyi olmayan yetenekli ama sorunlu genç bir adam hakkında daha dramatik bir hikaye seçti.